Özenle sakladığım günahlarım, içimde alem yapan şeytanların mezesi…

Özenle sakladığım günahlarım, içimde alem yapan şeytanların mezesi…
Bu kadar insan yalnızken, insan neden hala bu kadar yalnız? hiç mi biri diğerine teğet geçmez, hiç mi birinin gözü öbürünü görmez, hiç mi birinin yüreğine öbürü düşmez? Birinin merhemi, öbürünün yarasına hiç mi iyi gelmez? İyi gelmez mi hiç yaralarına dudaklarıyla merhemi sürmek sözcük sözcük? Hiç iyi gelmez mi o ilk öpücük?
Ciğerlerine hava çekmek ile nefes almak aynı şey olmasa gerek.. içime oksijen çekebiliyorum ama nefes alamıyorum.. belki de burnumdan hava üflerken içimdekileri dışarı atamadığımdandır.. Ve biliyorum ki içimde birikenleri dışarı atacak hiçbir sözcük hiçbir dilde mevcut değildir.. tüm bu kararsızlıklara bir es vermek ve derin bir nefes almak istiyorum..
İki ucu boklu değneğin tam ortasında sallanıyorum.. ne tarafa gitsem dengeyi bozacağım..
canım bahar, her yaralara merhem, her tükenmişliğe umut, her çaresizliğe ışıksın. canım bahar sen iyi ki bir kez daha çok şükür ile umarım bir sonraki sefere tekrar arasındaki nazlı zamansın… canım bahar! sen yaşamı ciğerlerime üfleyip ne güzel ettin de geldin kışları atlatıp, sen ne iyi ettin de sardın bedenimi sarı soluk yazları kıskandırıp ey hırçın saçları taçlı kadın.. sen ey canım baharım..
Anladın.. beni ilk kez anladın., beni ilk kez anladığını iddia etmeden, yanılmadan, yanlışa dalmadan anladın.. çünkü düşerken neler hissettiğimi, sen de ilk kez düşerken sana anlattığımı anımsadın.. düşerken elinin havada kalışını ilk kez sen de yaşadın., boşluğu tuttun sımsıkı, tıpkı benim boş umutla sıkılan yumruklarım gibi.. bugün ilk kez ben de seni anladım.. bana doğru uzanan elin anlamsızlığını kavradım.. kararsız bile kalmadan arkamı dönebilmenin gücünü yaşadım.. bugün sen düşerken ben yukarılardan sana baktım.. elveda kalbi kendinden bile daha kara adam.. elveda..
Zor olmuyor mu pek çok oyunu aynı anda oynamaya çalışmak ama hepsinde de yenilgiye mahkum olmak? Bazen bekleyerek, bazen bekleterek? ama hep yenilerek.. yenilerek hayatında hiçbir şey yenilenmeyecek.. kaybettiklerin sana geri gelmeyecek!
Her gün yeni hayatımızın ilk günü.. her gün doğarız ölümlere yeniden.. her yaşam ölüme gebedir daha ilk günden.. her ölüm kucak açarak bekler hayatın son anını ilk günden..
Bakışlarımız teğet geçiyor mudur şimdi gökyüzünün herhangi bir noktasında? Görüyor mu gördüklerimi gözlerin? Yine soruyor musun usulca en güzel deniz romanını kim yazdı diye? Yine kesiyor musun ahkam AGANTA BURİNA BURİNATA, AMAT’tan daha etkileyicidir, ya da SON ADA, AÇLIK’tan daha acıdır diye? Yine kızıyor musun alakasız kitapları kıyaslamaya kalktığım için bana? Bak gökyüzüne ve bu sefer KARANLIĞIN YÜREĞİ’nde değil kendi yüreğinde gör acımasız karanlığı.. DENİZİN ÇAĞRISI’nda değil, gerçeğin çağrısında bul kaybettiğin kendini.. DENİZ KÜSTÜ’deki yozlaşmayı ve çürümeyi gör kendi içinde.. ve HUZUR’da aradığın yalnızlığın bedelini yalnızlıkta kaybettiğin huzurla ödeyeceğini anla/dın bile aslında değil mi? Öyleyse BİR KAYIP DENİZCİ gibi can çekişmeden hemen önce neden sağaltmıyoruz yaralarımızı DALGALARIN SESİ’nde yeniden?
…eşyaların içine sıkışan hatıralar… en sevdiğim kitaplardan birisinin arasına sıkışmış ve aklımdan çıkmayan bir cümle.. altını kerelerce çizdiğim, her okuyuşumda aklıma sıkışmış hatıraları gün yüzüne çıkarma oyunu oynamama vesile olan satırlar oyun bozanlık yapıyor bir kaç gündür.. aklımdan çıkmayanlar hatıra olacak kadar eskimedikleri için henüz, eşyaların arası da bomboş ve hatıradan yoksun kalmış.. oyunu kaybettin/m/k..
Eskimişler atılır, eskiler atılmaz ki..
Sevgili gece,
Uyumam için kulağıma bir ninni fısılda..
Bir düş göreyim uyku beni sarıp sarmaladıkça..
Kucağına düştüğüm hayallerimden kurtulmak için
Gündüzün piç nefeslerini kurut bakmadan gözünün yaşına..
Sevgili düş’üm
Beni sarıp sarmala..
Gerçeklerin bıçağı sanrılara itiyor battıkça gözlerime..
Hayal kadının gözleri baktıkça gözlerime
Kan akıtıyor kurumuş dudaklarımın aralığından..
Sevgili deliliğim,
Bir gece sergileyeceğin bilgece bir esriklikle,
Damlanın ateşe dokunuş acısıyla,
Ateşin suya yenik kafa tutuşuyla
Ve sarhoş sarmaşıkların açlığıyla
Ve sararmış düşlerinin şehvetiyle
Beni hiç acımadan acımdan vuran, yara’mdan kanatan, tek bir cümleyle vurup yar’dan atan faili malum, melun cinayetimi haykır tüm arsızlığıyla gülüşen korkaklar alay’ına..
Dur bakalım daha neler çıkacak! Gece uzun.. taviz korkaklık.. korkaklık baki.. bekliyorum merakla..
“Eski hayatımda kalmış bir anısın” dedi bana.. bu gün.. hem de daha gn geçmiş olmadan nasıl an’ın anı’sı oldum bir anda.. anı olabilmem için an’ın geçmiş olması gerekmez miydi? Anı’ma dahil olarak anı olmaktan çıkıyorsa eğer, anı’na dahil olarak da anı olmaktan kurtulmuyor muyum? Sormadım bunu ona.. anı sanmak sağaltır belki acısını diye..
Görünenin bilinenin aksine şu hayatta kadınların erkekleri ikna etmek için attığı taklaların binde birini bile erkekler kadınları ikna etmek için atmıyor..
Dünya alabildiğine güzelken ölümün olmasını ve yaşam bu kadar özelken bir o kadar da kısa olmasını haksızlık olarak düşünen kimler oldu kim bilir, kim bilir kaç kişi yaşadı isyan günlerinde hayat aşkını..
Bildiğimi bildiğin şeyi, bildiğimi bilmiyormuş gibi davrandığını bildiğimi ve bildiğim şeyi gerçekten biliyor olmamdan korktuğunu bildiğimi biliyorsun..
az kaldı.. gök hasretle ve tüm ıslaklığıyla örtecek mavi tenini denizin üzerine..
Yazarsan yazarım, ararsan açarım, bakarsan bakarım diyenlerin kaybetmeye mahkum olduğu bir bekleyiş aslında hayat.. yazsın diye beklenen yazmaz yazsın diye beklediğinden bihaber olduğundan, arasın diye beklenen aramaz arasın diye beklemekten bitap olduğu için, baksın dşye beklenen bakmaz, onun bakmadığına inandığı için.. sonuç olarak herkes kaybeder bu oyunda kazanan olamayacağı için.. ne bekleyen kavuşur beklenene, ne de gelir beklenen, beklenildiğinden bihaber o da bekleyen olduğu için..
Birbirine mühürlenmiş insanlar yan yana olmasalar da karşılaşmaya mahkumlardır yana yana.. bazen düşlerde bazen düşüşlerde tutarlar birbirlerinin ellerini aralarına hiç ayrılık girmemiş gibi.. farz etseler de hiç yaşanmamış gibi bazı şeyleri, hiç buluşmamış gibi gözleri, bir tokat gibi çarpar yüzüne her gece düşleri, hiç unutmadığı gerçekleri..
Sözlerine sözler yazmak, doruklarda yaşamak.. okuduğum tümcelerde seni anlamak en büyük yolculuk.. uçsun uçacak olan, kalsın zihnimde yazılı olan.. sayende, sayem’de an’da sonsuz olmak..
Var mısın? Yoksa yok musun? Yoksunluğum, yok olduğum, yolun sonunda olduğum musun? An’da mısın? An’ımda mısın, anı’mda mısın? Gerçek mi, koca bir yalan mı, yoksa sadece bir sanrı mısın? Şizofreni yanımın esrik bakışlarındaki bir rüya mısın, yoksa sadece rüyada mısın? sadece sen rüyada mısın? Sen sadece rüyada mısın? Sadece sen mi rüyadasın? Sadece rüyam mısın? Yoksa o sokaktaki o son soluğumdaki, o sonu rah-ı selamete ermeyen, sonu sonum olan o son birah mısın? Sahi sen sadece saklanmayı mı seversin?
Hissediyorum.. ağladığını.. sarsıla sarsıla, karnını kurtçuklar deşiyormuş gibi acıyla kasılarak ağladığını.. bir kere daha öyle olmuştu.. öyle çok acı çekmiştin ki, ağlamaktan ve acını dindirmek için benim tenime sığınarak ondan intikam almaktan başka elinden bir şey gelmiyordu.. önce tenimde sağaltmaya çalıştın acılarını.. sonra gözyaşlarınla yıkayıp arındırmak istedin ruhunu.. sen onun yoksunluğuna ağlarken, ben yanlış adımlarımın avuç içlerimde açtığı yeni yaraların acısıyla ağlıyordum.. çaresizdim.. ne tenim acını dindirmişti ne de tenimde dolaşan dudakların içime sinmişti.. her şey bitmişti.. senin ondan umduğun umar ellerinden uçup gitmişti benimse içten içe dilendiğim sevgi yitip gitmişti.. yitiktik ikimiz de.. sadece bitik iki çift gözün kaçmış feri gerçekti.. senin bana doğrultulmuş bakışlarında onun izi, benim sana uzanan ellerimde jilet kesikleri.. kanıyorduk ikimiz de.. farklı yönlere bakan aynı acılarla kanıyorduk.. ve bu gece.. sen yine ruhumun en alt katmanında acıdan kıvranarak ölüyorsun.. bense açısını sana doğru açmış göğüs kafesimde yeniden canlanan varlığınla, acını sağaltmak için burada, tam da baktığın yerde sana doğru.. sus’uyor, sessizce akan yıllara ah ederek sırtımı ölüm’e dönüyorum ölümün’ü görmemek için.. ölme.. susma.. benim dilim biçare..
ex hoc momento pendet aeternitas..
Doğanın dengesi oklarla, kurşunlarla sağlanmaz.. av mevsimi de nedir? Bırakın doğayı kendi haline, o dengesini bulur.. siz dengeli düşündüğünüz, davrandığınız ve dengeli olduğunuz sürece doğanın sizin vereceğiniz dengeye ihtiyacı yok! Çekin elinizi doğadan!
Evrilse de erkek iki başıyla aynı anda düşünemiyor.. illa ki birisi devredışı kalıyor..
İki bebek var ben ne olduğunu anlamadan genç olan.. iki bebek var ben dokunamadan toprağa karışan.. hepsi de karnımda ölümü tadan..
Olması gerekenler hep oldu, tıpkı olmaması gerekenler gibi..
Aklımdan çıktığından beri, aklından çıktım.. çünkü seninle beni birbirimize bağlayan şey ne kalp ne de duygulardı.. sadece akıl ve akılda kalanlardı.. artık aklımda olmadığına göre aklında kalmama da gerek kalmadı.. o vakit akıllarımız sessizce dağılmalı..
Eğilip kendim öpüyorsam diz kapaklarımdan, kimse bana söz etmesin dik durmaktan!
1. Şimdiye kadar alınmamış kararlar alınmayacak..
2. Şimdiye kadar alınmış kararlara uyulmayacak..
3. Şimdiden sonra karar alınmayacak..
Geldiğin yeri vardığın yerde bırakamıyorsan, varacağın yer de değişmeyecektir..
Eveeet gelelim şimdiiii.. amaaan boş ver hiç oralara gelmeyelim.. nasıl olsa geldiğimiz yer varacağımız sondan farklı olmayacak..
Bu kadar Mutlu bir hayatın içinde bu kadar hüznü nasıl biriktirebiliyorum bilmiyorum..
Ah kadın vücudunun her bir parseline arzular inşa ettim en şiddetli depremlere dayanıklı.. sars sarsabileceğin kadar şiddetle sana gelen yollarım asla çökmez.. bedenindeki dudaklarım en sağlam dayanağım..
Umulmadık bir gece girdiğimiz günahlarımız bile bilgece olsun.. tarih yazsın aklımızın en mahrem köşelerinde hiç unutulmasın..
Aptallık yolunda ilerlemektense bilgelik uğruna tökezleyelim..
En mahrem günahların mesulu dizginlenemeyen heyecan isteğidir..
Martılar nerede yatar? Hava soğuyunca nereye sığınırlar? Martının siyahı var mıdır? Yoksa tek kararan içimizde tutsak kalan martılar mıdır? Varna’da kahkaha atan martılar Nazımın dizelerine dokundukları için mi mutludur? Peki ya Urla’da süzülen martılar ızdıraptan mı çığlık çığlığa uçarlar?
Karın kararsız ve karmakarışık yağışının bıraktığı kararsız ve karmakarışık bir hüzün var karın boşluğumda..
İçinde insan görünümlü titanların olmasa güzel şehirsin aslında hani şöyle akça pakça..
Dağlarına kar yağmış..
Her sene her düşen tanende, içime de tatlı bir hüzün düşerdi.. bu yıl ilk tanene dokunamamanın acı hüznü içimi bastı.. Acaba kibritçi kız ısıtabilmiş midir kibrit çöpü parmaklarını ya da soluk ellerini?
Gördün mü güzel bir gündü ölmek için, şansımı kaybettim.. yaşayarak ölümümü ilan ettim.,
Meğer içim ne kadar büyükmüş ki içime sığmıyor..
Hayatımda verdiğim en doğru kararlardan birisi de şehrin küçüklüğüne tezat bir şekilde cehaleti büyük insanların olduğu yeri terk etmek oldu.. çok şehir, çok ülke gezdim.. çok insan tanıdım, çok azını duvarlarımın içine aldım.. çoğu yanlış insanlardan oluşan yanlış arkadaşlardan, yanlış sevgililer, yanlış aşklar ve yanlış bedenlerden oluşan pek çok kişiyi geçmişte bıraktım.. ömrümü geçirdiğim ama asla ait olamadığım şehre ait olmaya çalıştıkça boğuldum.. hatta çoğu zaman yaşamaya çalıştıkça öldüğümü gördüm.. her fırsatta kendimi büyük şehirlere ya da başka ülkelere attım.. küçük insanlarla dolu küçük şehirinde yaşamaya çalıştıkça daha çok öldüm.. bedenim nefes alıyor diye ölümüm ölümden sayılmadı.. ama ben kerelerce öldüm o şehirde.. kimse görmedi, kimse bilmedi, cenazeme kimse üzülmedi.. ölümüme inanmayanlar cesedime sözden ve nazardan kurşunlarla daha da çok saldırdılar, yılmadan, usanmadan.. şimdi sudan çıkmış balık gibiyim.. öyle büyük bir şehirde, öyle ben gibi insanlarla birlikteyim ki ne konuşmaktan korkuyorum, ne eleştirmekten ne de eleştirilmekten.. fırsat verilince neler yapabildiğimi görmenin sevinci içinde huzur denizinde boğularak her an yeniden doğuyorum.. etrafımdaki insanların her birinin bana bambaşka bir katkısının olduğunu gördükçe geçen zamana mı yanayım, neresinden döndüğüm belli olmayan kâra mı bakayım bilemiyorum.. yıllarca mutluluk diye bir şeyin olmadığına inanan ben mutluluğun da bir fırsat meselesi olduğuyla yüzleşiyorum.. çünkü mutluyum.. olduğum kişi olduğum için, değer gören fikirlerimi çekinmeden söyleyebildiğim için, giyimimden dolayı etiketlenmediğim ve bazen de kalabalıklar içinde yok olabildiğim için.. tanınmamak, bilinmemek, görünmemek, kalabalığı oluşturan bir beden olabilmek meğer mutlulukmuş.. bomboş beyinli değil etrafımdakiler.. kişisel gelişimlerini büyük oranda tamamlamış, din kisvesini giyip, çıplak olanı taşlamayan, empati kurup kalbe dokunan, var oluş sancıları olan ama bununla yaşamayı öğrenmiş, tiyatro, konser veyahut sinemaya giden, kendi başına vakit geçirebilmeyi bilen, şair olup kitap yazan, hikaye anlatan, bir kütüphane dolusu kitabı yalamış yutmuş ve bunu gösterişten ziyade kendisi için yapan, mesafeli ama samimi iş arkadaşlarına sahip olmak mutlu ediyor beni.. beni boğmayan, bana saygı duyan, kadınları aşağılamayan, eril dili asla kullanmayan, beni güldüren, küçük oyunlarla beni kaosa itmeyen, açık açık konuşmaktan korkmayan bir adamın varlığı da mutluluk sebebim.. mutluyum diyebiliyorum belki de ilk kez hayatımda tüm samimiyetimle.. doğru insanları hayatıma aldığım için mutluyum. Yanlışlara şans vermemeyi öğrendiğim için mutluyum.. sıfatlarımın altında ezilmediğim için çok mutluyum.. canım neyi istiyorsa kimseyi incitmediğim sürece yapabildiğim için mutluyum.. mutluyum çünkü mutlu olmak için sebep aramak zorunda kalmadığım için.. mutluyum çünkü uzun zamandır hissetmediğim için varlığını inkar ettiğim bu duygunun varlığıyla tanıştım.. mutluyum çünkü her daim denize çok yakınım.. ☺️😍
Vega’nın söylediği gibi “iz bırakanlar unutulmaz” sa, bir sümüklü böceğin bıraktığı izi hangi sümüklü böcek unutamaz ki acaba..
Vay benim beynime aşık olduğuna yemin edişine yandığım, vay benim okuyuşuma hayran olduğunu iddia edişine güldüğüm.. hayranlık dediğin çıplaklığa kadardır.. bir soyunursun, bir sarılırsın.. sonra ne hayranlık kalır ne de aşk.. ondan sonra olacaklar ne mi? Korkaklık ve bıkkınlık.. aşk mı dedin? O da sexe kadar uzar.. sevişmek sandığın şey, sandığında sakladığın korkularınla yüzleştirir seni.. hayranlığın adı değişir sıradan olur, aşkın adı değişir arzu olur.. sen okuduğum kitabı merak ediyorsun bende bıraktığı etkiden ziyade.. etkiler de eksiltir başkalarınca öğrenildiği sürece.. büyümen gerek küçüğüm.. ben büyük oyunlar oynayamayacak kadar küçüğüm..
Ben zaten hep kendime hayret ederim.. korkmamaya bu kadar cesaretli oluşumdan oldum olası korkarım.. yapmadıklarımın altında ezilmektense, yaptıklarımın üstüne imzamı atarım.. Bugün olsa korkmaktan korkar, cesaretsizlikten ürker, korkularımdan sıyrılmaya cesaret eder, cesarete esaretliği yeğler, yaptıklarımı yine yapar ve bir oh çekerim.. yaptığım her şeyi iyi ki yapmışım.. bugün olsa yine yaparım..
Tövbe bismillah aklımdaki edepsiz sorular çıkmıyor bir türlü saatlerdir. Okuldan çıktım , arabama bindim. Nasıl güzel bir hava var. Sıcaklık 18 derece, deniz mis gibi pırıl pırıl, müzik desen efsane, gökte bir kuşak var ki sanki deniz üstünde yedi renkli şemsiye.. içim bir huzur dolu ama sanırsın ki çocuğu gazını çıkarmış ve uyumuş lohusa anne.. tam hayattan aldığım zevkin doruğundaydım ki üstü yazılı bir araç huzuruma saygısızca makaslayıp geçmesin mi beni.. dilimin ucuna gelen okkalı küfürü tam ağzımdan Özgür bırakmak üzereydim ki o da ne? Arabanın üstünde HAYBULANS yazıyor.. ilk kez duymadım elbette ama huzurun verdiği bir dinginlikle ya da o anki edepsizliğimle beynimde bir anda bir ışık yandı.. git diyorum deli kelimelere beynimden, beni yoldan çıkarmayın.. ama yok olmuyor.. baktım kurtulacak gibi değilim bu edepsiz esaretten, amaaan dedim sal gitsin, aklında kalacağına dilinden uçsun.. işte o andan beri hem dilimde hem aklımda kim, neden ve nasıl soruları eşlik ediyor an’ıma.. böyle bir ismi kim koyar Hayvan ambulansına.. hadi biri koydu, kimse karşı çıkmadı mı bu ad’a? Karşı çıkan olmadıysa herkes çok masum da bir ben miyim kalbi fesat olan? Kim, neden, nasıl hangi kafayla koyar böyle bir ismi böyle ulvi bir görevi icra eden araca? Neyse işte.. uzun lafın kısası haybulans kaza, kırık, çıkık, yanmış yaralanmış hayvan vakalarına acil yardıma geliyorsa…tövbe bismillah ambulans hangi kırık, çıkık, yanmış.. tövbe tövbe….
Madem ki ben sana göre hep haksızım, o zaman sana da haksızlık yapmak benim hakkım.. bu hakkı istememdeki haklılığımı göremeyip bana haksızlık yapmayacağını ummakta haklı/mı/yım?
Valla cuk oturdu.. son ses dinliyorum.. sen de dinlesene 😉
Ha’di çal o şarkıyı.. uyanalım..artık derinlerden yüze çıkalım..
Hiçbir şeyle alakalı değil içimdeki bu sıkıntı.. sahip olmak istediğim her şeye sahip oldum.. maddi manevi olmak istediğim yerdeyim.. meslek olarak pek çok kişinin çalışmak istediği bir yerde, mükemmel iş arkadaşlarıyla çalışmaktayım.. özlediğim, andığım kimse yok.. geçmişimle hesaplaştım, ödedim tüm borçlarımı.. geleceğin kaygısını ise duymuyorum, çünkü an’ı yaşıyorum.. ama yine de eksik bir şeyler.. eksikten ziyade boş.. bomboş içimde dopdolu olması gereken yer.. ne bir kaygı, ne bir hüzün, ne bir Özlem, ne bir çırpınış, ne bir umut, ne bir mutluluk kırıntısı var orada.. boşluk.. sadece boşluk var orada.. içi dolmayan, karası solmayan, bomboş bir kara delik.. geziyorum, canlı müzik dinliyorum, şarap içiyor, birayla geçiştiriyor, rakıyla demleniyorum.. kitap okuyor, yazı yazıyor, okuduğum veya yazdıklarımı hep özlemini çektiğim be artık kavuştuğum benlik seviyelerini yükseltmiş kültürlü insanlarla tartışıyorum.. deniz kenarına inip içimi dinliyorum.. sokak hayvanlarını besliyor onlara yardım ediyorum.. başka bir yabancı dil öğreniyor, tiyatroda eğitmenlik de yapıyorum.. bazen tiyatroya bazen sinemaya, bazen konsere ya da müzik dinletilerine gidiyor, kültürel olarak kendimi tatmin etmeye çalışıyorum.. seviyor, seviliyor, sevişiyorum.. sevgi verip dostluk alıyorum.. ama yine de dolmuyor içimdeki boşluk.. ne yapmalı, ne etmeli bilmiyorum ama bir an önce bir şeyler olmalı.. içimdeki boşluk bir an önce solmalı, iyi bir şeylerle dolmalı.. yoluma bir kuş konmalı..
İçimizin iklimiymiş meğer önemli olan.. yağan yağmur ağlatmazmış, ruhunda gülümseyen bir çocuk varsa.. ve yine güneş kelebeklendirmezmiş karnını, baharının koparılan çiçekleri varsa..
Hayat bazen Teoman şarkıları gibi.. öyle güzel, öyle eğlenceli, öyle ahenkli….. gibi.. hayat bazen tam da Teoman’ın sözleri gibi.. öyle acımasız, öyle yaralayıcı, öyle derin ki.. hayat bazen yaş’an/l/dıkt’an sonra an’laşıl’an o geçmiş an..
Mahalle yanar orospu saç tarar sayfası yıllardır ezberlendi artık okuna okuna.. artık yeni bir sayfaya geçmeli.. hikaye burda bitmemeli..
Ülke leke leke.. ülke yangın yeri.. artık hiçbir mizah güldürmez yüzleri..
Kimliğini görmemiş olsam da kim olduğunu görüyorum. Gördüğüm kişinin kişiliğini bana da göstereceğin günü bekliyorum.. Kutlu olsun..
İnsan ağırlıklarını atınca omzundan, o an’a kadar altında kaldığını düşündüğü duyguların aslında ne kadar hafif olduğunu görüyor.. ve o an’a kadar enkaz altındaymış gibi yaşadığı her an’ın müsebbibinin de kendisinden başkası olmadığını fark ediyor..
Nefesler içimden taşarken, şarabın ruhunu dudaklarından tadarken ve tüm arzular bedenimi aşarken Teoman’dan bu şarkıyı dinlemek “Nasıl Güzel”..
Şiddetin bir ya da her türlüsüne maruz kalmış bir kadının hisleri tozlu ruhundan ve buzlu yüreğine bezenmiş aşklar gibi umutsuz, acımasız ve onamsız sözcüklerle bezeli bakışlarından daha gerçek ne olabilir ki şu dünyada..
Benim günüm de gözüm de aydın.. sıra sizde 💕
Bana nefesim deme! Ağzından girip burnundan çıkmak istemem.. sadece senin isteğinle sana gelemem!
Küçük aklıyla büyük oynayanların kayıpları da büyük olur..
Geçmişinde derin yaraları olan insanlarla yollarımın kesişmesinden yoruldum. Yaralarının faturalarını bana yüklemelerinden, acılarına şifa beklentilerinden, beklentileri karşılanmayanların çocuk gibi küsüp gitmelerinden, acım sana da bulaşır uzak dur benden edebiyatından, arkadaş mı, sevgili mi, anne mi, şifacı mı psikolog mu ne b*k olduğumun hissettirilmeyişinden, yüklenilen her türlü sıfata cuk oturmamın beklenilişinden, kalıplara uymayı reddedince hayal kırıklığı acitasyonuyla olduğum kişinin değiştirilmeye çalışılmasından, acılarınızdan, diplerinizden, çoklu ilişkilerinizden, eşlerinizden, çocuklarınızdan, terkedişlerinizden ve terkedilişlerinizden ve tutarsızlıklarınızdan ve doğuşunuzdan ve batışınızdan ve büyüyemeyişinizden ve olumsuzlıklarınızdan ve hırslarınızdan.. beyninizden, ruhlarınızdan ve bedenlerinizden.. hepinizin hep aynı oluşunuzdan ve aslında bi’ b*k olmayışınızdan!!!
Pornografik sevişlerden geriye acuze sevişmeler kaldı elimizde..
An’dan itibaren ne eskiye dönerim ne de yeniye gülümserim.. an’dan itibaren an’da kalır hiçbir yere gitmem.. an’ hariç her şeye aman der, dediğim amanın an’ında kalıp ötesine de geçmem..
Kafam öyle dumanlı ki bu gece ne gelişini, ne sevişini, ne sövüşüMü, ne gidişini farketmem bile.. o sebepten ya gel ya git, ister söv ister sev.. ister başka tenlerde ilan et ateşkesini hiçbirisi bana işlemez an’dan itibaren.. ben zaten imzaladım ateşli bir ateşkesi çok önceden..
An’neni ben götürmedim ipe, bana karşı bu hınç niye? Bu kadar acı konuştum diye diş bileme bana tüm gerçekleri bile bile.. benden bu kadar! Kendi savaşlarına ateşkes imzalamadığın sürece ben yokum hiçbir cenkin içinde.. sana ne söylersem söyleyeyim her şey beyhude..
Adın ister barış ister umut ister uygar olsun, ruhun kendiyle savaş içindeyse ve sen yaşam adına umutsuz as’larla oynuyorsan elini, bir de üstüne cahiliyeye esirsen ne önemi var kimlikte yazanların, imzana damgalananların.. aslolan ruhunda taşıdığın mühürdür unutma!
Tüm tükürüklerini yalayan bir cahiliye bedevisi olduğunu benden daha iyi biliyor ve bu bildiğin şeyden sadece zeka ile kurtulunamayacağının farkındalığı ile çıldırıyorsun.. ne yaparsan yap, kaç milletten kaç kadınla sevişmiş olursan ol, kaç kitap okumuş okursan ol, kaç ülke gezmiş, kaç satır yazmış, kaç an’ı ölümsüzleştirmiş olursan ol yine de şalvarlı bir bedevi ruhu taşıdığını kadınlara yaklaşımınla ele verdiğinin sen de farkındasın ve bunu değiştiremeyişin ve incelik adına her ne yaparsan yap doğandaki ilkelliğe aykırı durduğunu değiştiremeyecek oluşun seni daha da çileden çıkartıyor ve ne zaman modern kişi kavramına bir adım daha yaklaşsan bu farkındalık seni yüz bin adım daha geriye çekiyor.. yani lafın özü ne yaparsan yap kadınlara karşı yaklaşımın seni asla modern insan çizgisine ulaştırmayacak ve sen hep homo sapiens olarak yaşayıp, homo sapiens olarak ölmeye mahkumsun..
Saye’nde mutluluğu yaşayamadım ama mutluluk neymiş saye’mde gördüm..
Diline vururmuş yaraların gölgesi iyileşmediği sürece, yeniden kanadım.. saye’nde..
Acıların da gölgesi vururmuş gözlere, ilk kez gördüm saye’nde..
Ayrılıkların da gölgesi düşermiş gözbebeklerine şimdi öğrendim.. saye’nde..
Bu gece gölgeni düşür bedenime, başka ihsan istemem..
Bazı şeyler bilimle anlatılamaz, anlaşılamaz.. bazı şeyler bilgelikle anlaşılır, bilgece anlatılır..sana ateşin de gölgesinin olduğunu bilmece tadında bilgece bir gece anlatacağım..
Saye’nde sayemi arar oldum her gün güneşin gidişinde..
Gözlerin gölgeleri seviyor diye, gölgemle seviştim bu gece..
Acı, eylemlerimizi acımasız bir sanata dönüştürür..
Hep baktık ama çok az gördük.. gördüklerimizi de hiç anlatmadık.. anlatmadıklarımızdan dolayı da hiç anlaşamadık.. anlaşamadıkça hırçınlaştık.. ve hep birbirimizden kaçtık.. uzaklara kaçarken bile hep birbirimize aktık.. biz birbirine kavuşmaktan korkan iki yalnız, iki korkak, iki inat olarak hayata bir pencereden bakamadık..
Freud diyor ki; “İtiraf edilmemiş hiçbir his asla ölmez.” Bu böyledir. Bilinçaltı dediğimiz çöplük, tamamen ertelenmiş, bastırılmış hislerle doludur. Hepsi, orda öylece nefes alır ve bekler. En alakasız zamanı; rüyaları ve mutlu anları mesela..bunu yıllar önce okuyup gerçekliğini tecrübelerimle teyit ettiğimden beri beynimden ve yüreğimden geçen her şeyi pervasızca dile getirmeyi alışkanlık haline getirdim ki hayatımın bir sonraki anında kalıcı olmasın Kişiler, kişilerin etkisi, benim onlara yüklediğim anlamlar ya da kişilerin anlamsız etkileri diye.. amacım kendi beynimi çöplüğe çevirmektense diğerlerine atıklarımı akıtıp rahatlamak oldu hep ve büyük oranda da başardım bunu.. kitlelere vurulduğu zaman Jungculuk ağır basmasına rağmen, ben hep azınlık olan freudculardan yana oldum.. bu benim kendi tercihim, kendi yargılarım eleştirilerin ve tecrübelerim sonunda edindiğim bir yaklaşımdı.. 16 yaşındayken okuduğum iki ciltlik Rüyalar Tabiri de bunda büyük etkendir açıkçası.. ve yine freudu anarak ondan cesaret alarak içimde biriken ve ileride içi cerahat dolu çıbanlara dönüşeceğini anladığım tüm duygularımı geç olmadan itiraf etmeyi tercih ettim hep, bir tür savunma mekanizması olarak.. aşkımı, aşktan korkumu, nefretimi, nefretimin yakıcılarını, arzumu, arzumun tahammülsüzlüğünü de itiraf ederken yeri geldi yaftalandım arsızlık ya da yüzsüzlükle.. zaafı ve egosu yüksek olan ruhlar hep böyle düşünmeyi tercih etti içimdeki derin imgeleri görmeyi reddetmek suretiyle.. çünkü bu basit olan, en sığ insana özgü yöntemdi.. yargılamak.. anlamaya çalışıp hak vermek ve empati kurmak ise nadir bulunan üstün insana özgü özellikleri.. geçmiş ola id’ine benliğini teslim etmiş, egosuna ruhunu esir vermiş ve süper egosunu alt edememiş homo sapienslere ve selam olsun yargıyı, yaftalamayı, bireyselciliği bencillikle karıştırmayan üstün insan mertebesine erişmiş ruhlara.. saygıyla eğiliyorum önümüzde Freud ve Nietzsche..
Hep söylendiği gibi dün dündür, yarın yarındır.. ama aslolan şimdi hayattır..
Ne çok yolculuk yaptım son zamanlarda.. kendime gelişler, kendimden gidişler.. tek gidiş insanlar, gidiş dönüş aşklar.. ne çok yollara düştüm son zamanlarda.. burnumda tüten şehirlerde yoldan çıkmalar, yolları denizlere çıkan kentlerde kaybolmalar.. ne çok yolculuk yaptım son zamanlarda.. gidip de dönemediğim, dönüp de göremediğim, görüp de kokusunu içime çekemediğim ayrılıklar yaşatan.. ne çok yolculuk yaptım son zamanlarda.. yolları çıkmaz sonlara çıkan, hüzünlere çıkar yol bulunamayan.. ne çok yolculuk yaptım ben.. her gidişimde değişen insanlar, her dönüşümde içimde ölen tutkular bırakan.. ömrüm arşınlarken yolları dönüp arkama bıraktıklarıma fısıldadım usulca.. “hoşçakal yoldaşım, yolum, yolculuğum” diye ve bakıp geleceğime haykırdım.. “merhaba ruhum, tutkum, umudum..” diye sessizce.. ve yankılandı dağlardan iç sesim.. “geçmişe bakıp hayıflanma düşmediğin yollar için ve sakın geleceğe bakıp düşleme yolun gidişatını görmek için.. çünkü geçmiş de gelecek de şimdidir.. kocaman bir şimdi.. ve unutma! an denilen yolculuk sonsuz kadar büyük gerçek bir düştür..”
…………….
..binip arabama müzik eşliğinde deniz kokusunu içime çeke çeke her gün bir koy ya da bir köy buluyorum bende cennete düşmüşüm hissi uyandıran.. adımımı attığım her yeni koyda içimdeki ıssız köyleri keşfediyorum aslında herkesin teker teker göç ettiği.. ve yeniden dolduruyorum o köyleri bazen umutla, bazen huzURLA, bazen de BARIŞ’la.. iyi geliyor yani yeni yerlere ayak basmak bana.. akşama doğru bir kitap kafede oturup kimsenin yadırgamayışına hayret ederek kadın başıma, tek başıma bazen bira içerek bazen kahve içerek kitap okuyorum. Bazen arkadaşlarımla buluşup gülme krizleri yaşıyor, bazen dertleşip rahatlıyor bazen de kendimize bile zor yeten akıllarımızı birbirimize veriyoruz 😁.. ve sonra o eşsiz an geliyor.. gün batımı.. bana şarabı sevdiren insan elinde her seferinde başka bir bilgenin adının yazılı olduğu 7Bilgeler Şişesi ve boynunda yeni bir organ haline getirdiği fotoğraf makinesi ile güneşi gülüşümde batırmaya geliyor.. kadehlerden çıkan tek seferlik çınlama el sallıyor güneşe.. yerine gölgeler ve gölgeleri ölümsüzleştirmeye yeminli bir adam kalıyor.. adam bazen sadece susuyor, bakıyor saatlerce.. bazen sadece deklanşöre basıyor, an’da var olan gölgeleri ölümsüzleştiriyor bilinçsizce.. saye’m sayesinde pek çok güzel fotoğrafım oldu.. 🙏🏼 bazen yeni kitabı halkında bir iki kelimelik cevaplar veriyor ayarsız sorularıma, bazen acıtıyorum canını yaşadıklarımı anlattıklarımla..bazen acıtıyor canımı kaçtıklarını sustuklarıyla.. biz bazen biz, bazen sen ve ben.. biz severken diken, sevilirken ürken, sevişirken sen’i ben’i yitiren.. biz bazen kısacık an’ları yıl gibi geçiren, bazen de saatleri an gibi çabucak tüketen.. biz bazen birbirini açık gözlerle bile görmeyen, bazen karanlıkta tinimize kadar görebilen.. biz bazen biz’ken.. biz bazen sarih bir aşkın sahih kanıtıyken.. biz bazen, birden birbirinden giden.. biz bazen sarih duyguları zımni kelimelere feda eden.. ve usulca.. ve sessizce.. ve dizeler boynunu bükercesine.. ve kadehleri öylece.. biz bazen yalnızca “sen” ve “ben”ken.. biz bazen başka bedenlere giderken..biz bazen gölgelerimizi başka bedenlere düşürürken.. biz bazen.. şşşştt..
Bana zarar verdiğini anladığım gün, sana verdiğim zararın az bile olduğunu anladım ve melek kanatlarını kesip ruhumun, şeytan gülüşlerini ekledim suretimin..
Tuhaf biri olduğun için seni merak ettim, sana ilgi duydum.. yine aynı sebepten dolayı senden korktum, uzak durdum ve en sonunda da nefret ettim..
Kızmıyorum sana ey Tanrım beni öldürdün diye.. sitemim sadece öldüreceğini bile bile beni yarattın diye.. işte bu yüzden en günahkar sensin yine, benim aksime.. hadi sen git şimdi cehennemin en derinine.. bir de seni görelim bakalım elma ağacının gölgesinde, yanında bir ahu dilber ile.. o vakit sen de gel de nefsine yenik düşme.. bu da benden sana ucuz kafiyeli bir şiir olsun.. oku oku nedamet duy bana ettiklerine..
..ölüm ödül, ölmek sevap, öldürmek ise günahtı.. bu yüzden tüm ölümlüler sevapkârken, can alan Tanrı yine günahkârdı..
İlk günah yaratmaktı.. ve bunu Tanrı işledi.. İnsanevladının günahı ise yaratılmaktı.. bu ikinci günahı da yine Tanrı bizim yerimize işledi..
.. ve be o cennete hiç gidemeyeceğimi biliyorum.. çünkü hiç kanmadım kimseye, hep kandırdım.. kendimi..
Rivayet odur ki, cehennenim en karanlık ve en dip yerine gizli bir cennet saklamıştır Tanrı. Oraya aşk uğruna günaha girip, kötü kalplere kanmış, kandırılmış, toplum tarafından dışlanmış kadınlar gidecekmiş. Ama oraya girmesi de o kadar kolay olmayacakmış. Hem bu dünyada cehennemi yaşamış hem bu dünyada günahlarının bedelini ödemiş, hem de gözünün yaşını kendi silmiş güçlü kadınlar yine tanrıyla işbirliği yaparak gizli günaha erdikten sonra gideceklermiş saklı cennetine cehennemin..
O kadar erkeksiniz ki.. düzmek deyince aklınıza erkek gelir, düzülmek deyince kadın.. o kadar erkeksiniz ki ellemek deyince erkek, elletmek deyince kadın.. o kadar erkeksiniz ki vermek deyince kadın, götürmek deyince erkek gelir aklınıza.. o kadar erkeksiniz ki dünyayı s2yorsunuz, dünyalarını beceriyorsunuz kadınların.. ama çaresi var bu güç hastalığının.. dünyayı g*tünüze soktuğunuz an kurtulacak tüm kadınlar.. öküz ölecek, ortaklık bitecek.. ve böylece s2klmiş g*tün davası da güdülmeyecek..
..çünkü merak duygusudur bizi bir diğerine iten.. merak geçince sonlara mahkumdur başlangıçlar..
Benim gökyüzümde yıldız yerine hayatlar kayıyor, hayatlara kayıyorlar bu gece..
O vakit vaz mı geçmeli tek kelam edilmemiş duygulardan tek kalemde?
Unutmamalı.. başlangıçlar bitişlerden daha sancılıdır.. başlarken emek harcanır bitişlerin aksine ve arkasını dönüp giderken geride bıraktığını merak etmez insan çoğu zaman..
Belki de biz an’da yaşamayı öğrenemediğimiz için hep aynı hatalara düşeriz.. belki de biz dünü bugüne taşıdığımız, bugünü yarına harcadığımız için hep s’an’cı çekeriz.. belki de biz..
diktatörler de, diktatörlerin yönetimini sindirmiş halklar da tüm dünyada aynı semptomları ve aynı reaksiyonları gösteriyor demek ki.. kitabın anlattıklarını hiç anlamamak, anlatılanlara yabancılık duymak, hatta hayretler içerisinde kalmak isterdim çok tanıdık diye düşünmek yerine..